Bu film neymiş böyle arkadaş, ne diyorsunuz? Manchester by the Sea... Casey Affleck var başrolde, bir de Michelle Williams. Ama öyle bir dram ki, hani izlerken bir ara “Yeter artık, bir mutlu sahne göreyim” diye yalvaracak hale geliyorsunuz. Adamlar resmen oturup "Acıdan nasıl bir başyapıt çıkarırız?" diye düşünmüş, sonra da bunu yapmışlar. Zaten yönetmen Kenneth Lonergan’a bakarsanız adamın filmografisi bile dram sevdasını kanıtlar nitelikte. Movie House iyi seyirler diler.
Filmin başında Lee Chandler (Casey Affleck), Boston’da apartman görevlisi olarak yaşayan, kendi halinde bir adam. Ama görüyorsun, içinde bir yerlerde devasa bir keder var, sürekli bir şeylerden kaçıyor gibi. Zaten filmin ilerleyen sahnelerinde anlıyoruz ki Lee’nin hikayesi oldukça trajik. Bu noktada, Affleck’in performansı cidden alkışı hak ediyor. Adam öyle bir oynamış ki, resmen ekranın içinden acısını size geçiriyor.
Bir gün, Lee’nin abisi Joe’nun ölüm haberi geliyor. Lee, abisinin yaşadığı küçük kasaba olan Manchester-by-the-Sea’ye dönmek zorunda kalıyor. İşte film tam bu noktada iyice derinleşiyor. Lee, abisinin oğlu Patrick’e (Lucas Hedges) bakmak zorunda kalıyor, ama bu kasaba onun geçmişteki travmalarıyla yüzleştiği yer. Flashback’ler arasında gidip geliyoruz, Lee’nin neden bu kadar kırık dökük bir ruh haline sahip olduğunu öğreniyoruz. Spoiler vermek istemiyorum ama bu adamın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiş. Gerçekten de dayanılır gibi değil.
Bu arada, film boyunca kar yağıyor, hava hep soğuk, kasvetli. Ama bu atmosfer öyle güzel işlenmiş ki, sanki doğa bile Lee’nin iç dünyasını yansıtıyor. Zaten filmdeki mekan kullanımı çok başarılı. Kasabanın soğuk havası, boş sokaklar, deniz manzaraları... Bütün bunlar filmin atmosferini güçlendiriyor ve izleyiciye karakterlerin ruh halini daha iyi hissettiriyor.
Michelle Williams’a gelirsek... Kendisi Lee’nin eski eşi Randi’yi canlandırıyor. Şimdi, Michelle Williams da birkaç sahneyle bile devleşen bir oyunculuk sergiliyor. Öyle bir sahnesi var ki, izlerken nefesim kesildi. O sahnede Lee ile yıllar sonra karşılaşıyorlar ve ikisi de patlamaya hazır birer volkan gibi. Williams’ın o sahnedeki performansı gerçekten ders niteliğinde.
Filmdeki en etkileyici şeylerden biri de sessizlik. Yani, diyaloglar elbette var ama bazı sahnelerde, sessizlik o kadar çok şey anlatıyor ki... Mesela, Lee’nin tek başına oturup denize baktığı sahneler. Hiçbir şey söylemeden, sadece bakıyor ve biz onun içindeki fırtınaları hissedebiliyoruz. Bu, bence çok az filmde yakalanabilen bir derinlik.
Tabii, film sadece bir adamın acıları üzerine kurulu değil. Bir yandan da ergenlik çağındaki Patrick’in hayatına bakıyoruz. Patrick’in, amcasıyla ilişkisi hem trajik hem de komik anlarla dolu. Özellikle Patrick’in kız arkadaşlarıyla olan ilişkileri üzerinden verilen sahneler, filmin ağır atmosferini biraz olsun hafifletiyor. Ancak bu hafiflik bile bir yerde size "Gülüyorsun ama bu çocuk da paramparça aslında" dedirtiyor.
Film müzikleri de ayrı bir olay. Mesela, Albinoni’nin "Adagio in G Minor" parçası bir sahnede çalıyor ki, resmen içim cız etti. Müzik kullanımı filmin duygusal yoğunluğunu zirveye çıkarıyor. Bu müzikler bir yandan yaşananları daha da dramatize ederken, bir yandan da izleyiciyi duygusal olarak vuruyor.
Manchester by the Sea, her anlamda ağır bir film. Öyle her ruh halindeyken izlenecek bir yapım değil. Ama oturup izlerseniz, size çok şey katacağı da kesin. Çünkü bu film sadece bir hikaye anlatmıyor, aynı zamanda hayatta hepimizin başına gelebilecek kayıpların, travmaların ve bunlarla başa çıkmanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Bir nevi “Acılar, insanı insan yapar” diyor ama bunu çok ağır bir dille anlatıyor.
Sonuç olarak, Manchester by the Sea, sinema tarihinde yerini sağlamlaştırmış bir başyapıt. Özellikle oyunculuk performansları, senaryo ve yönetmenlik açısından ders niteliğinde bir film. Ancak izlerken kendinizi sağlam tutmanız gerekiyor çünkü film, duygusal olarak oldukça yıpratıcı. Öyle büyük beklentilerle başlamadım ama film bitince uzun süre ekrana bakakaldım. "Bu adamlar bu kadar acıyı nasıl bu kadar güzel işlemişler?" dedim kendi kendime. İzlemeyenler için kesinlikle öneririm ama hazırlıklı olun, bu film sizi derinden sarsacak.
Comments